Ege’nin, karasal iklimde yer tutunmuş. Şehir’e 30 km mesafede, uzaklıkta olan, Lakapları ile hane sayısı belirlenmiş. İsmine tezat, susuz Köyünden geldim. İlkokul sıralarında oturup, CİN ALİ ile tanışma faslına ermek için. Köyümde ki evden şehirde ki evimize… Ana, babalı ve tek kardeşin yer ettiği, iki odalı, tahta kapalı, evimizde. Benim okula kayıt olmamın telaşesi vardı…

Evimize, en yakın okul, iki sokak ileride. O zamanın en seçkin elit okullarından... Şehrin tüm zengin ailelerin çocukları o okulda. O dönemin koleji olan devlet okulu. Öğretmenler, öyle şevkle çalışıyor. Öyle yırtınıyorlar ki, Einsten yapmaya çalışıyorlar, okulun öğrencilerini. Tabi sebepsiz değil, tüm gayretleri… Öğrenci velileri, şehrin varlıklı aileleri… Çoğu aileler esnaf, battaniye dokuma fabrikası olan, Almanyalı ya da gayri mülk sahipleri… Çeşit çeşit hediyeler geliyor öğretmenlere, esnaf olanlar veresiye ve indirim yapıyorlar, öğretmenlere… En varlıklı ailelerin çocuklarını kapmak için birbirleri ile yarışıyorlar... Şevkle, zevkle, ülkemin en değerli kıymetli hocaları!!!!

Basması çiçekli ve fistanlı anamla, birlikte gittik. Okula, kayıt için, ilk defa devlet ile tanışıyorum... Müdürün odasına girdik… Bana o kadar büyük geldi ki oda, köy meydanından ve de top oynadığımız çayırdan daha büyük... Ninemin anlattığı masallarda ki padişah gibi geldi, müdür bana. Ülkeyi yöneten bu adam olmalıydı... Kapıdan, müdürün masasına kadar yürürken, sanki başka köyden, başka köye, hicret mesafedeydi, müdürün masası… Göç yorgunluğu edasıyla, Soluk soluğa kalan anam söze girdi...

-Müdürüm, bizim büyük oğlan, okula kayıta geldik...

Fakirliğimiz her yerimize sirayet etmiş... Ulu haşmetlimiz, bi bana bi anama baktı. Baştan aşağıya hiçbir varsıllık yoktu, ikimizde de…

Müdür kaşlarını kaldırarak;

- Cıkkk dedi. Sınıflar dolu. Hanım kayıt edemeyiz.

Anam ağlamaklı;

- Etmeyin, eylemeyin. Ağam, paşam, bu okula kayıt ettiremezsek diğer okul çok uzak. Oradan okula gidip gelemez...

Müdürün  .ikinde değil bana mı? Doğurdun sanki dercesine, Nuh diyor peygamber demiyor...

-Olmaz be Kadın anlamıyor musun? Sınıflar dolu.

Anam ağlamaklı, çıktık müdürün odasından dışarı. Kolumdan tutuğu gibi koşturmaca, telaşesi… Ben uçurtmanın kuyruğu gibi ananım arkasından uçarak, anamda koşturarak. Köylümüz olan ayakkabıcı, Dıbırlan Ali’nin oğlu Rüştü Dayı’nın dükkânına, yol eyledik... Müdürün arkadaşı olan Rüştü Dayı, dükkânından bir telefon ederek;

- Akrabamdır… Yardımcı oluve sadıcım O kadar Hukuğumuz, yemişliğimiz, içmizliğimiz vaa benimi kıracan müdürüm… Demesiyle bin minnetle, zahmetle kabul etmek zorunda kaldı müdür.

Tekrar ulu Hakanımızın huzuruna çıktık... Küçümseyerek ve ‘başıma bela oldunuz’. Dercesine beni ilk öğretmenimin sınıfına doğru götürdü... Tesadüf merdivenlerden öğretmen aşağıya iniyor. Öğretmen müdürün yanında beni görünce anladı. Zeki kadın... Bir zılgıt bir figan…

- Hocam nerde çer çöp var benim sınıfıma veriyorsunuz... En iyi öğrencileri seçip, Ayla Hoca’ya gönderiyorsunuz. Anasının avutamadığı, serseri, kopuk çocukların hepsi bende… Nasıl kusuyor Hoca nefretini müdüre... Zavallı kadıncağız dolmuş… Müdürde az yavşak değil hani… Yeni gelen gariban hocaya yüklenmiş. Nerde alt tabaka ailenin çocuğu varsa geçirmiş kadına…

Müdür;

- Hocam bi durun… bi sakin olun lütfen… Dinlemiyor kadın Müdürü.

Garip anam o da başladı ağlamaya,

- Hocam Hakan’ım Sarı Hakan’ım (sarılıkta ayrı bir mevzu aslında, esmerim hem de has esmer… Arap’a yavrusu misali, bende apak sarı bir çocuğum anamın gözünde) usludur, akılıdır. Elini tükürüp tükürüp saçlarımı ıslatıp taramaya çalıyor. Elleriyle… Benim ise dünya .ikimde değil. Aklım müdürün odasında, ne büyüktü oğlum müdürün odası. Bizim evden büyük ….koyim Ben bu modayım.

Okul müdürü;

- Hocam birkaç gün idare edin. Ben sonra başka sınıfa yerleştiririm. Sözüyle Hoca sakinleşti. Bende böylece okul hayatıma başladım. Ama bir sıkıntı daha var. Babam belediyede çalışanı. Maaşa daha iki hafta var. Benim bir sürü eksiğim var. Ne siyah önlük ne kitap, defter, çanta, ayakkabı, hiçbiri yok. Hepsi dert. Okulun ilk sabahı, erkenden uyandık. Geçen bayramdan kalma, küçük gelen pantolonumu giydim. Şimdinin kaprisi, şort gibi. Ayağımda seneye de giyersin felsefesiyle alınan, kışlık yeni diye bir çizme giydirdiler. Eylülün sıcağında… Bakkal Galip Amcadan, veresiye defterine yazdırarak aldığımız. Silgi, bir siyah kalem, bir kırmızı kalem, bir defteri de naylon poşete koyup, cebime de 5 lira para… Bir Simit 10 lira yarım simit parası ile okula gönderdiler. (O zamanlar yarım simit satılırdı okul kantinlerinde) Elimdeki poşeti sallaya sallaya okula geldim. Kapıda ki nöbetçi öğretmen, benim biricik, canımdan çok sevdiğim, sınıf öğretmenim... Bir ana! Bir baba! şefkatiyle,

-Nerde senin önlüğün, böyle okula giremezsin. Git önlükle gel! diye... beni okuldan .iktir etti... Eve geldim, anam olayı öğrendikten sonra, yan komşumuzun oğlu İbrahim 5. sınıfa gidiyor. Ben sabahçı o öğlenci. Annem onun önlüğünü rica eti annesinden.

-Hakan sabahçı, birkaç günlüğüne sabah Hakan giysin, öğleden sonra İbrahim… Değişsinler… Bir minnet bir rica alınan önlüğü bana giydirdiler... İbrahim’in lakabı Dana İbo, üstelik 5. Sınıf öğrencisi, (ama görüntüsü ortaokul 2. Sınıf öğrencisi) ben zayıf çelimsiz 1. Sınıf öğrencisiyim. Önlüğü ben mi giyidim, o benimi giydi belirsiz... Siyah önlük yerlerde geziyor. Okula mı gidiyorum? Yoksa cadılar bayramına, belli değil. Kafamda sivri bir huni şapka olsa, tam cadıyım... Ama keyfime de değecek yok, süpürgesiz uçarak gidiyorum... Sevinçliyim sınıf atlıyorum... Sınıfın kapısını çaldım. Hoca beni görünce şok! Kadını delirtecem, gözleri yuvasından çıktı.

- Soytarımızın serserimizin ne bu hal...

(Ne olacak öğrenciyiz işte imkân olanak bu… Be kadın!)

-Nerde senin çantan…

Elimde ki poşeti gösterdim…

- Çantasız bu okula gelme! Diye, sınıfın kapısı tekrar yüzüme kapandı... Eve geldim... Öğretmen okula almamak konusunda, anamda okulda kalmam konusunda, yarışıyor. Arada kalan ben oluyorum... Apar topar evde tahta bir bavul buldular... Bir defter, iki kalem, bir silgi, koca bavula koyulup elime verdiler. Sürüye sürüye okula gittim. Atalarım, Anadolu’ya benden daha kolay girdiler. Ben bir türlü okulun sınıfına giremiyordum... Malazgirt meydan muharebesini kim kazanacaktı. Anam mı? Hocam mı? yedi yaşında ki bir çocuğun kalp krizi yaşatmak için elbirliğiyle uğraşıyorlar... Tekrardan, Bizans kapılarına dayanır gibi dayandım. Sınıfın kapısına. Fatih Sultan Mehmet, gemileri yürüttüyse, karadan! Bende, benden daha büyük bavulu, sürükleyerek okula getirdim. Hem de hiç askerim olmadan, onurlu bir komutan edasıyla sınıfın kapısını tıklattım… Öğretmenimin;

-Gel… Demesi ile kapıyı açıp, beni görmesi ve yüz ifadesinde. Allah belini versin. Yine mi sen! İfadesi ile karşılaştım... Üzerimde cadı kostümü, elimde cinayet filmlerinde kullandıkları, ceset sakladıkları, tahta bavulla içeri girdim... Millet İstanbul’la Almanya’ya giderken kullandığı, ben okula okumak için, sizin bahsettiğiniz TAHTA BAVULLA girdim... Eğitim öğretim hayatıma...

-DEVAM EDECEK-

Hakan ATALAY